2005 yapımı “Anlat İstanbul“, beş evrensel masalın büyülü öykülerini dönemin İstanbul atmosferiyle buluşturan dikkat çekici bir uzun metraj film projesiydi. Bu benzersiz çalışmada beş farklı masalı beş ayrı yönetmenin gözünden izlerken, görsel dünyayı şekillendiren ise Mehmet Aksın (GYD) olmuştu. Filmin görsel cazibesi, onun titiz ve yaratıcı lensinden geçerek perdeye yansıdı.
Mehmet Aksın ile “Anlat İstanbul”un çekim serüvenini ve görüntü yönetmenliği pratiğine dair kısa bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu özel projeye nasıl hazırlandığını, 5 farklı yönetmenle aynı projede olmanın deneyimlerini ve Mehmet Aksın’ın kamera arkasındaki gözlem ve yaklaşımını konuştuk.
“Anlat İstanbul reji açısından pek sık rastlamadığımız bir proje. Tek bir projede 5 yönetmenle çalışmanın deneyimi nasıldı? Zorlukları ve avantajları nelerdi?
Benim için çok heyecan verici bir durumdu. Filmin tamamı için bir tarz bütünlüğü ile her yönetmenin sinemasal üslubuna uyum sağlamanın dengesini bulmaya çalıştım. Bir yandan da her hikayenin geçtiği mekanların empoze ettiği farklı atmosferler (metro inşatı, havaalanı, tarihi köşk gibi) vardı. Bir projede yönetmenle aynı dili ve görsel üslubu bulmaya çalışmak heyecan verici, aynı zamanda yorucu bir süreç. Bu filmde beş ayrı yönetmeni anlamaya çalışmak, uyum sağlamaya çalışırken birbirleri ile dengelemeye / uyumlandırmaya çalışmak gibi çok sıra dışı bir deneyim yaşamış oldum.
Projeye hazırlanma süreciniz nasıldı? Referans aldığınız görseller oldu mu?
Yaklaşık 2 ay yoğun bir şekilde hazırlandık. Her yönetmenle ayrı ayrı toplantılar, mekan keşif gezileri. Temel bir görsel referans üzerinden yürümedik. Film, bir İstanbul akşam üstüsünde başlayan ve paralel zamanlarda ilerleyen beş hikayeden meydana geliyor. Her hikaye de aynı akşamüstü saatinde başlıyor. “İstanbul akşamüstü’”sünün renginin, özellikle de batmakta olan güneş ışığının tonuna karar vermek için çeşitli testler yapıldı ve kararlaştırılanla ilerlenildi.
Teknik anlamda 5 yönetmenin perspektifini görselleştirirken sizi en zorlayan sahne hangisi oldu?
Birkaç sahnede zorlandık:
Ömür Atay’ın yönettiği bölümün başlangıcı Sağmalcılar Cezaevinden çıkış sahnesiydi ve tam güneş batış saatinde çekilmesi gerekiyordu. Cezaevinde çekim yapmanın bürokratik organizasyonu o kadar öngörülemez bir şekilde zaman alıyordu ki, doğru saatte çekebilmek için üç kere gitmek zorunda kalmıştık.
Selim Demirdelen’in bölümünde Mimi ile Banu’nun gece vapurda sohbet sahnesinde, arka planda İstanbul siluetinin seçilebilmesi için gün ağarmadan hemen önce, vapurun doğru yerde, doğru zamanda, doğru açıda seyretmesini sağlamak, telsizden kaptanla doğru terminoloji üzerinden anlaşmak heyecanlıydı. Yine aynı bölümde Haydarpaşa İstasyonunu aydınlatırken, ay ışığı etkisini vermek için 600 metre ötedeki Kadıköy – Beşiktaş iskelesinden iki adet 6kW Cine Par (o zamanların en güçlüleri) yaktığımız için deniz trafiğine engel olmak durumunda kalmıştık.
Kudret Sabancı’nın çektiği bölümün büyük kısmı yeraltında geçiyor. O sırada inşaatı süren İstanbul metrosunun devasa karanlık dehlizleri ve harabe haldeki Yedikule Zindanlarının koridorları bizi fiziksel olarak bayağı zorlamıştı.
Filmdeki bütün hikayelerin merkezi olan lokanta sahnesinin çekiminde filmin 5 yönetmeni de setteydi. Sahneler planlanırken neler düşünmüştünüz?
Sahnenin senaryodaki dramatik rolü önemliydi. Mekan olarak başta Karaköy’deki Liman Lokantası önerilmişti ancak hazırlık sürecindeki mekan ziyaretlerimizde Liman Lokantası’nın bize istediğimiz sinematografik etkiyi veremeyeceğine karar verdik. Eminönü Mısır Çarşısı’ndaki Tarihi Pandeli Lokantası’nın kullanılabilme ihtimali, küçük pencereleri, turkuaz rengi duvar seramikleri ile kontrast bir aydınlatmaya izin veren dokusu ve mimarisi beni çok heyecanlandırdı. Mekana girdiğimizde her yönetmenin dekupajı belliydi ve çekim sıralaması da yapılmıştı. Bu aritmeğe uygun bir aydınlatma stratejisi kurup, sırayla, oldukça da hızlı bir şekilde çektik. Bizi en çok zorlayan, pencereden gelen güneş ışığı etkisini yapan büyük ışık kaynaklarının yerleştirildiği, Eminönü meydanına konuçlandırdığımız 3 büyük vincin, bütün izinleri çok önceden alınmış olmasına rağmen, yerel yönetim otoritelerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları yüzünden 3 kere kurulup, meydandan kovulup, sonra tekrar kurulmalarıydı.
Projenin çekimleri ve vizyona girmesinin üzerinden 18 yıl geçti. Filmi bugün izlediğiniz zaman teknik anlamda değiştirmek istediğiniz şeyler olsaydı bunlar neler olurdu?”
Filmi, zamanında bulunabilecek en ağır kamera olan Arri 535B ile çekmiştik. Kamera seçiminde hangi faktörlerin belirleyici olduğunu hatırlamıyorum ama çekim süresince ne zaman kamerayı omuza alsam çok zorlandığımı hatırlıyorum. Daha hafif bir kamera seçimi (Arricam LT gibi) işimi kesinlikle daha kolaylaştırırdı.